Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gözlerim Gözlerinde

  Gözlerim Gözlerinde Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin? Hep böyle içinde uzak bir işik mi yanar? Bakişlarinda beni dinlendiren bir şey var; Kiyisindaymiş gibi en sakin denizlerin... Bir yelkenliyim şimdi ben senin limaninda Firtinalardan geldim sende dinleniyorum. Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum; En eşsiz dakikalar sürsün senin yaninda... Hiç yumma gözlerini, işigin eksilmesin, Gündüzüm aydinligim, ipek böcegim benim! Güz bahçemde açilmiş o son çiçegim benim! Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin; Ayirma gözlerimden çocuksu gözlerini, O sakin o yalansiz, o kuytu gözlerini. Ümit Yaşar Oğuzcan

Eylül'ün Sesiyle

  Eylül'ün Sesiyle Baylar! Bin dokuz yüz seksen birdeyiz Karşınızda eylülün sesi Ağustosa çekildi, eylülün sesi Birazdan konuşacak "Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar." Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği Yosunların kapılara usulca Tırmanıp yerleştiği Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar. Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden Eylül ki, sorabilir mi Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar. Dahası Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek Bir boşluuğu giyinmek mi olur Olsun İşte karşınızda ekimin sesi Kasımın sesi sonra Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz- Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar. Her şey o kadar dokunaklı ki Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen Dağınık, renksiz bir mozayık gibiy...

Yağmur, Gül ve Eller

  Yağmur, Gül ve Eller Yel yapraklarımı savurur, Dört yanım yağmurla örtülü; Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur! Kafamda hep bir uykusuzluk Ve masamda bir düşler gülü, Gecenin içinde, soyunuk. Ve bir düşünce arasında Ellerim; beyaz, boş ve bencil, Bu gül’le gece arasında, Kopmuş gidiyor dallarımdan... Hayır, başımdan yana değil Uykusuzluğum, ellerimden. Ahmet Muhip Dıranas

Fetret - Kemal Varol

Fetret I âvâz sokakları gönendirmek için gezinen yüzüm şimdi pas artık kesif kokularla anılıyor adım ve cismim her kötülüğe varım artık: annem beni görmüyor çünkü anneler bir gün icâzet verir her cocuğa: git ve gözlerin güz olmadan başkalarını öv artık. eski bir sevgilinin hatırasını örter gibi kapandı ardımdan yedi kibir bir karar üstüne yüz sürdüm yolların sonsuz âvâzına, yürüdüm melekler bakmasın diye uyurken örtünen annem ben uzak yaşına gelince şimdi naz: âh ki büyüttüm çocuklarımı başkalarına! II biley taşı eriyen bakışlarımda çözülürdü zamanın uğultusu gelirdin: dudaklarının arasında yağmurun sesi unuturdum, uzayıp giden gökyüzü kime kapalı neden her şey vecdini soldurur çocukluğunu anlatırken neden mendil ister babasız kadınlar bilmedim, çünkü herkesin kalbi artık biley taşı herkes hırpalarken kısık sesle canını bazı babaların yasıyla yaşarken herkes savurdum bir sitemle ölümün giz dilini ne baba ne oğul olabildiğim kadın, bağışla: ey yetim, bu aşkta da babanı bulamadı...

Geceye Şiir 1-2-3

  Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün; Gelin, gelin, onu açın geceler! Beni yâdedermiş gibi, bütün gün Ötün kulağımda, çın, çın, geceler! Geceler çekmeyin benimçin hüzün, Gelin siz, ruhumu tenimden süzün; Bırakın nâşımı yerde gündüzün, Gölgemi alın da kaçın geceler! İnsanlar içinde en yalnız insan; Düşün, taş duvara başın gömülü! Ve kapan sükûta, granitten, taştan, Mazgallı bir kale gibi örülü. Gözünü tavandan ayırma ki, sen, Üşürsün, gölgeni yerde görürsen. Dikilir karşına, mumu söndürsen, Ölüler içinde en yalnız ölü... sesimi alıp da kaybetse rüzgar, versem gözlerimi bir sonsuz renge! içimde bir mahşer uğultusu var; ruhumdur çağıran tenimi cenge gözlerim bir kuyu dilim kördüğüm bir görünmez alem olsa gördüğüm mermer bir kabuğa girip ördüğüm kapansam içimden gelen ahenge Necip Fazıl Kısakürek

Asya İçin Henüz Vakit Var

sen bu şarkıları söylemezsin ayşegül çocukların ömrü çiçeklerinki kadardır derdin ya Ganj’ın kenarına oturmuş ağlarken kathya sen dilini kanatan şarkıları söylemezsin hayat bilgisi kırık çocukların yani hangi ırmağın hangi denize döküldüğünü bir türlü sökemeyen ve yağmurlu günlerde bisikletleri aşklara toslayan çocukların şarkısını sen söylemezsin. kim söyler peki o yabanıl kuşların çağrısını? kim dillendirir nehre verilen ölüyü? uzağa salınan kandili? asya için henüz vakit var asya derin uykusunda, onu uyandırmayalım kathya bir prens nasıl olsa onu öpecek ve filler kaldıracaktır o ağır uykuyu dağa ırmak yolunu şaşırıp bizim sokağa çıkacaktır nasıl olsa o halde gel biz de çıkalım içine yağmurlar yağan bu şarkıdan henüz okyanusa varmadan inelim bu trenden kathya. bavulunu toplar ve gider Ganj. bir gülü saçlarına iliştirir ve sorarım ona: – ey ırmak her sabah yanıbaşında bir cesetle uyanmak nasıl ha? Kemal Sayar

Kardeşim Keder

kaçıncı kardeşinde keder belli ki en çok seni severdi bungun anlarında bir dakika ayrılmazdı bu yüzden ıssız sokaklarda yanından solgun bir erguvan mıydı özenli taşıdığın yüzünde dinmeyen yağmurlarda sırılsıklam sığınan gözlerine erguvan ya da menekşe ne değişir her ikisi de kara yaralı bir yüreğin avlusunda sana açıyorsa sulayıp içindeki hüznü acıları besleyen gürler iz bırakmadan geçebilir mi sen her mevsim sürekli göğü kapalı bir evdeyken Bedrettin Aykın

Eski Mustafa

Karşıda gün batımı eski Mustafa Cebinde bir yirmibeşlik eski Mustafa Oturmuş ellerini sayar hep iki bazan da üç Güneşi kadına benzetir salkıma benzetir Koparır üzümleri tane tane Bu nasıl adam böyle, dişim ağrıyor görünce Bir ayağı burada diyelim ya öteki ayağı Bir madalyon için düşmüş savaş yollarına Doğrusu başka ayağı da yok ya Uzakta gün batımı eski bir plak gibi hep aynı gramofonda Eski Mustafa bir tütün daha sardı "Elbette" sarar "şu manzaraya bak hoca" Onun da yüreği var bana kalırsa Ben tam kırkyedi mustafa tanırım Onun kadar Mustafa görmedim daha. Ergin Günçe

Görmeyeli Yıllanmış Yüzün

                                                                g    üneşe Haydi karşıla beni bir çiçeğin bekleyen sesinde Rüyalarım olmasa avutmak zorunda kalmam kendimi Sarışınlar sarı ışıklar batmış bir koyun sesinde Hiç bilmediğim kızlar sesinde beni uyut Bana rüyası olmayan uykular ısmarla Rengi atmış çiçeklerin dalları kopmuş Saatler durmuş duvarlar soğumuş Ben utanırım balkonda görünmekten Ya kısalt boyumu ya beni sen ısıt Temiz gün yepyeni kokular ve sesini bağışla bana Ramazan Arslan

Bi' Bakarmısın-ız

Efendim bundan önceki paylaşımda, Ergin ağabeyin Türkiye Kadar Bir Çiçek şiirini paylaştık.Altına da soundcloud bağlantılı, İsmail Kılıçarslan'ın okuduğu bu şiiri kendi sc hesabımda paylaştım. Bu soundcloud hesabını da nereden baksanız aktif kullanmaya başladık. Gerçi herhalde belli bir dakika sonrası para ödemek gerek. Neyse o gün gelince düşünürüz bir yolunu. Benim yollamam o ki youtubedan sonra bu hesabı da takip etmeniz. Youtube bu arada Ramazan Arslan. Aramaya yazdığınızda çıkan ilk sonuç bizim kanal olacak. Ha bulamadınız varsayalım, elinde keleş, yanında gül, kolunda sargı, yüreğinde tortop umudu taşıyan esmer, zayıf, ince bıyıklı, hafif çekik gözlü, üstü başı biraz toz duman olan Afgan bir genç. Ha işte bizim kanal o. Hatırlatalım dedik. Yine de bulamazsanız, https://www.youtube.com/channel/UCE11cm1LJzonvH1BBUokiSQ Neyse... Soundcloud da ücretsiz bir platform. Ve güzel yani. Başka bir şeyi yok. Böyle nadir, nadide, narin, nahoş, nazik, nail, nahif, nazif, namdar ...

Türkiye Kadar Bir Çiçek

Soğuk suda çarpa çarpa yıkadım Yüzümün niyeti bir aşk şiiri Ayçiçeği Gümüş çiçeği, Kavun Karpuz Mevsimi Çiğdem: yağmur sonu çiçeği İlk cemreden sonra bulduğumuz çiçekler Gül güldür, Gül de güldür Ben bu kadar anlarım bu işten Ekinler sarardı biçtik güz geldi Eskiden sevdiğim kızlar çiçeği Öpemedik birbirimizi işte bunun çiçeği Tay gibi dururdu tay gibi bir kız çiçeği Benim poliste kaydım varmış, hohho Poliste kaydı olmanın çiçeği Bir dâvet olan çiçek Süslerler eteklerini kikirdeyerek Kaymakam evlerinde yastık çiçeği Diz çiçeği. Türkçenin en ayıp kelimeleri Dul, Baldız, Bizim Güveyi Bacanak çiçeği, ayıp çiçekler Yüzünün ve taranmanın çiçekleri Entarin düzelirken açan çiçek Bir dâvettir çiçek ve çok kere gidilemez İnsanın dairede işi vardır çünkü Amerikan polisinde bile fotoğrafım var, hah Hangi hırsızın polisi, hani ev sahibi İyisin sevgilim, aceleci ve sabırlı Belki de barışa bir savaşla varılır Çünkü işleten sevgiyi Öfkenin kurucu meclisidir Tarihi hızlandırma...

ölümü gördüm

Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz? Kendi idam sahnesi... Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı. Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi. "Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine... Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı. Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı. Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı: "Yaşama sevinci"... "Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabil...

Vurulduk Ey Halkım

Sesleniş / UğurMumcu ''Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım unutma bizi!.. Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi!.. Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik. Direndik küçü...

Kurnaz Bay Mistik

''Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. Küfreder. ‘Küfür ediyorsun!’ der. Müfteridir. İftiraya uğradığını söyler. Bay Mistik o kadar kurnazdır ki bu marifeti yüzüne vurulduğu zaman : “- İspat edin! diye böbürlenir. Çünkü Bay Mistik bilir ki, onun küfürbazlığını, müfteriliğini, jurnalcılığını ispat etmek için, şimdiye kadar yaptığı ‘polemik’leri teker teker, yeni baştan neşretmek lazımdır. (…) Halbuki bu yapılmaya değer bir iş değildir. Hem çok uzun sürer, çok yer tutar, hem de bilineni bir daha bildirmek gibi komik bir şey olur. (…) Dedim ya, Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. İşte yine bu kurnaz Bay Mistik’e ‘iftira?!’ ediyorum. Diyorum ki : Onun kurnazlığı bir fırıldağın kurnazlığı gibidir. Bir bakarsınız : hudutsuz mücerret ‘hürriyet’ taraftarıdır. Sonra döner, ‘disiplinli’ hürriyetten yana çıkar. (…) Bir bakarsınız : ‘izm’le biten her çeşit mefhumun düşmanıdır. Sonra döner, bazı ‘izm’li mefhumlara bağlanır. Babıâli caddesinde Kont de Larok gibi dolaşı...

Parçalandıkça Toprağa Düşen Gül Gün Gelir Tohumundan Patlar Kan Olur Yutarsınız

PKK paçavrasının katlettiği OnatKutlar'ı sevgiyle anıyoruz. ''Hepimiz aşklar, dostluklar, yiğitlikler, kavgalar tanıdık. Korkaklığı, yalanı, ihanetin iki yüzlü bıçağını, bencilliği de tanıyoruz şimdi.'' *** ''Nereye gitseniz yaman ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği?'' *** ''Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler. Çürümeye yüz tutmuş bir meyvayı evden eve dolaştırıyorlar.'' **** ''Diyor ki içimden bir ses, "Beni yüreğinin üstüne kızgın bir mühür gib...

Yaşama Uğraşı

❝Aramızdaki uzlaşmazlığın gerçek, temel nedeni, onun her şeyi içinden geldiği gibi, eleştirmeden, istekle karşılamasında ve değer ölçülerinin yaygın, geleneksel ölçülere uymasında. Her şeyi, gerektiği gibi, bütün varlığıyla benimsiyor. Dağlardan nasıl içtenlikle hoşlandığını düşün; günlerini boşu boşuna geçirişini, sadece bunu yapmaktan duyduğu mutluluğu, o anda ne yapmaya karar verdiyse kendini tümüyle ona verme yeteneğini düşün. Sen ise, bedeninle ruhun arasındaki uyumu bozdun; kendine yön verme gücünden yoksun bir şekilde, şehvetli- trajik, korkak-yiğit, duyusal-ülkücü vb. gibi çelişkiler arasında yaşıyor, sarkacın bir o yana, bir bu yana hızla gidişini seyretmekten başka bir şey yapamıyorsun. O çöreğini yerken gözlerinle içtin onun güzelliğini. Yaradılışının elverdiğince senin için en iyi şeyleri diledi. Ama senin gözünde hayatın ve ölümün kendisi o. ikimiz arasında gene de odur kurban durumuna düşecek olan. [......]' O sağlıklı ve dengeli, sen ise hep bir doğrultuy...

bakele

BAKELE Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede. Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye. “Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı. “Su vereyim mi Bakele?” Verirdi. Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı. Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı. “Sen niye okumuyosun dede?” “İşte ben de gaze...

ya ne olayım?

-Sen ne olacaksın büyüyünce ? -Ben mi ? dedi. -Ben, dedi, boyacı olacağım. -Ne boyacısı ? -Kundura boyacısı. -Neden kundura boyacısı ? -Ya ne olayım ? -Doktor ol, dedim. -Olmam, dedi. -Neden ? -Olmam işte. -Neden ama ? -Doktoru sevmem ki. -Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ? -Tabii sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan. -Ama annen iyileşti. -Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün yemek yemedim ben. ••• Sait Faik Abasıyanık /Mahalle Kahvesi

İçimden Ellerinize Dair Demek Geçti Kırmızıydı Yayanın Yüzü

Sonra onlar çılgınlık bitip  Sürü dağılınca, yapayalnız gecelerde  Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili  Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı  Asaf'ın ateşlere karşı çaldığı?..  Bir otel odasında gencecik çocuklar  Çırpındıkça bir yudum soluk için  Üzerine benzin döküp oynayanlar  Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını  Dudaklarında duman ve yanık et kokusu  Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?..  Sevgisiz bir Tanrının kinle büyüttüğü  Ölüme tapınan o siyah adamlar  Onlar birgün yağmurlardan sonra  Güneş salkım salkım dallarda yanarken  Rüzgârdan utanıp sudan korkmazlar mı?..  Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün  Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde  Onlar, saz kırıp şiir yakanlar  İçlerinde gezinen kederi bir türküyle  Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz  Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini?..  Kimse temizim demesin, kimse  Bütün bir ülke odun taşıdı ...

a ş k o l s u n

aşk için söylediğim her şeyi bir daha söylerim, sakin, mutsuz ya da yırtıcı, herkesin ağzındaki o sonsuz acı, belki de bundandır.. nasıl ayrı yaşarım inandığım şeylerden? onları elbette bir daha, bir daha söylerim, usul usul ve usla birlikte akıcı kandır. aşk isterim, aşk olsun isterim, yaşamanın sonu, ölümün başlangıcı. kıyılarda yürürüm, sindiririm kıyıları.. of güçlü macun içine kat beni, kanım koyulaştırsın kırmızıyı. anadolu'da bir yerden bir yere giden biri, belki bir kirazı hatırlar, bir denizi kesinlikle hatırlamaz, belki hepsini birden hatırlar da bilemez, ne zamandır.. aşkolsun ne zaman, aşkolsun tiyatro geceleri, aşkolsun “bravo” sesleri, aşkolsun anadolu otobüsleri... aşkolsun bildiğim ışık biz birden türeriz istanbul'da ve heryerde görünmez bir mutsuzluğu söyleriz bilge kayalarla çarpılan ebonitler oluşturur tersliğimizi. ey canım, güzel yüzlüm suyunda denizleri bulduğum bilmediğim yerlerimdeki sancı bana bir şey söyle güleyim bir şey daha söyle inandır...

D U R A K T A

evet kimsesizdik ama umuduz vardı..

Ç A R Ş A M B A , K O R K U L U U S T A L I K

ÇARŞAMBA aslında buydu beni geliştiren lut gölünün ve karanlık mevsimlerin karşısında ordan uzayıp geldikçe kararan resimlerin karşısında her gün seslendiğimiz isimlerin karşısında (sinek kovalayan bir berber çırağı gibi bütün işi sinek kovalamak olan ustasından sinen ve sinek kovalayan.) birden perdeleri açan bir sevgisizlik şaşılacak bir balık iriliğinde bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer akşamları ve sabahları birtakım ilişkilere değiştiren yani birbaşına kalmanın mutsuzluğunu. istesem ne olur kurtulmayı -serin değil ki bildiğim sokaklar, sinekli- renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden uzayıp gelen resimlerin karanlığından ve rumeli beylerbeyinden ve taksitle satışlardan kurtulmak. kurtulmak! bir sonsuz kelime bilmediğim bir eski zaman diliminden bir güzel aşk ölümü belki hiçbir şeye hazırlıklı değildik oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi bir menekşeyi o zaman başından sezdik yenilgiyi o zaman şehre çıktım bir eli...

Yorulduğun Zaman Söyle, Kemalettin Tuğcu

"- Yeryüzündeki her eşyanın bir değeri vardır. Sözüm buradan dışarı, ben bir eşek anırsa durur, hayvanın hâline dikkatle bakarım. - Baba şehirde eşek kaldı mı? - Kaldı oğlum, kaldı. Ama artık ahırlarda değil, evlerde, apartmanlarda yaşıyorlar."  *** "İnsanlar bir avuç buğdaya benzerler, düştükleri toprağa göre verimli olurlar. Çorak yere düşen kavrulup kalır, sulak yere düşen boylanır çok başak sağlar." *** "İnsan ancak kendini yetiştirdiği yerin insanı, kendini yetiştirdiği bahçenin çiçeğidir." KemalettinTuğcu

S İ S

SİS / #TevfikFikret Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid, Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid. Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh, Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh; Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar! Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim, Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim! Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ, Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ! Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı; Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet; Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde; Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir, Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir; Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ, Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ. Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün! Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis; Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-h...

Eya !

Eya!.. / HüseyinAtabaş Bu aşk tutuşabilir kendiliğinden kapının önünden geçen yele gülümse, sanma ki bizi ayıran perdelerdir başını kaldır da yüreğini dinle!.. Bu aşk burada bitebilir de örneğin, kapılar açık kalsa da bitebilirdi; her şey olduğu gibi sürüyor oysa. İşte Kumrular Sokağı'na sızan güneş aşkımızdan yol buluyor kendine. Gecenin hüznüyle gelip geçtiğimiz denizlerime kulak ver bundan böyle, incinen dalgaların ucu değiyor eya Ankara'nın A(ş)kdeniz Caddesi'ne!.. Aşk iki kişilik bir krallıktır bütün demokrasilerde, bunu öğren. Sevgiyle söylenen sözlere inat sanmam ki bizi ayıracaklar olsun, başını koy da yüreğimi dinle!.. S u n u  Yanlış hem sende hem bende mi? Söylemesi zor olsa da bilelim ki ikimiz de gül bekliyoruz kaktüste.

Eski Sinemalar

karanlığa dağılan o çocuk ben miyim beni mi kovalıyor tabancalı adamlar ıssız sarayların güngörmez prensiyim yalnızlığımı belki bir aşk tamamlar bilmek zor hangi filmin neresindeyim ne yapsam içimde o eski sinemalar galiba tahtabacak korsan gemisindeyim prensesler cariyem akdeniz bana dar günlerdir teksas’ta eşkıya izindeyim hızlı tabanca çeken üstüme kim var tarzan zor durumda yetişmeliyim ne yapsam içimde o eski sinemalar kanlı bir sarışınla şanghay trenindeyim takma kirpiklerinde hülyalı dumanlar yabancılar lejyonu’nda fransız teğmeniyim belki harp divanından idamım çıkar bitmiyor nedense başlayan hiç bir film ne yapsam içimde o eski sinemalar (Attilaİlhan / eski sinemalar)

Mapushane Kapısı

İbrahimBalaban - Mapushane Kapısı Balaban'ın bu ''Mapushane Kapısı'' resmi için NazımHikmet şiir de yazmıştır: Altı kadın vardı demir kapının önünde, Beşi toprağa oturmuş , ayakta biri; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi; Altı kadın vardı demir kapının önünde, Ayakları sabırlı , ellerinde keder; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Cin gibi bakıyor kundaktakiler; Altı kadın vardı demir kapının önünde, Sımsıkı gizlemişler saçlarını; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Biri kavuşturmuş avuçlarını; Bir jandarma vardı demir kapının önünde, Ne dost ne düşman , nöbet uzun hava sıcak; Bir beygir vardı demir kapının önünde, Nerdeyse ağlayacak; Bir köpek vardı demir kapının önünde, Burnu kara , tüyü sarı; Kamış sepetlerde yeşil biber vardı, Torbalarda kömür , heybelerde soğan sarımsak; Altı kadın vardı demir kapının önünde Ve demir kapının ardında beşyüz erkek Vardı efendim; Altı kadından biri sen değildin ama Beşy...

Bambaşka

bambaşka / Attila İlhan eskiden başka kızlar görgüsü başka başka güzellikleri bölüşürlerdi kırlangıçlar dağılırdı bakışlarından o hızla dalınca başka bir aşka başka türlü sevişir öpüşürlerdi dalgası başkaydı köpürüşü başka eskiden başka kızlar gülüşürlerdi çiçekle donatır sizi takılışları yolu yordamı başka örgüsü başka gerçekten hayale dönüşürlerdi ne kadar başkaydı aşkı taşıyıştan acıdan tatlıya yürüyüşü başka eskiden başka kızlar okşayışlarından başka başka tadlar algıladığımız yoğunluğu başka ölçüsü başka romanlar çıkardı yaşayışlarından bambaşka romanlar/ yazamayacağımız çünkü hayat başka görünüşü başka

Bir Güfte

Bir Güfte / Tevfik Fikret  Yükselmeli... Artık yetişir alçaklık ve karanlık; Her alında bir düşünce ışığı parlamalı; Bilgisizlik ölmeli, zorbalık ölmeli, hak güç bulmalı; Hakkın yüzü güldükçe gülümser insanlık... Uyuşukluklar; alçaklıklar, karanlıklar yere girsin; Sen doğ bize, sen doğ bize; ey güneşi gerçeğin Ey güneşi gerçeğin, azdır bu özleyiş sana; Aydınlanır yarınlar ancak senin parlayışlarınla. Gülsün insanlık, şu cehennemleri söndür; Herkes sonsuza dek sevinçli, herkes sonsuza dek özgür... Kötülükler, alçaklıklar, karanlıklar yere girsin; Sen doğ bize, sen doğ bize, ey güneşi kardeşliğin!

Yangın / Cahit Kulebi

Yangın / CahitKülebi Önce gelincikleri yolduk, Nar ağaçlarını tuttuk kurşuna, Ardından andızları devirdik Aptallık, bilinçsizlik, bir hiç uğruna. Sonra sıra ormanlara geldi, Yüz binlerce dönüm ateş yaktık, Sıvas'a kadar gidip bulduk, Dikili tek ağaç bırakmadık. Şimdi damlarda yanıp söner İsli lambalar gibi insan gözleri. Daha çok atılacak, it gibi sokaklara Delik deşik insan ölüleri.

Tarantu Babu'ya Mektup

Kızını, İtalya'nın en zengin, en rahat delikanlısı  Kont Ciano ile evlendiren ve kendisi  Prens Torlonya'nın armağanı Villa Torlonya'da  oturan büyük idealist Sinyor Mussolini,  İtalyan Ansiklopedisi'nin «F» harfinde  faşizmin ne demek olduğunu anlatırken der ki:  «Faşist, rahat hayata hor bakar...  Yeryüzünde saadetin mümkün olacağına inanmaz.» Faşizmin bu «rahat hayata hor bakmak ve yeryüzünde  saadete kavuşmamak» nazariyesi, büyük bir ciddiyet  ve samimiyetle «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» gerçeklendirilmiştir.  Banka Komerçiale'de direktörlük ve İtalyan finansına  Sezar'lık eden Lehli Töplitz'in en yakın dostu  İl Duçe Benito Mussolini, yine «F» harfinde  faşizmin tarifini yaparken şöyle der:  «Faşizm için her şey devletin içindedir.  Devletin dışında manevî veya insanî hiçbir şey yoktur,  her şey değersizdir.»  Bu derin, bu erişilmez faşist görüşünün nasıl  gerçekleştiği...

Kaç Kişiyiz Kendimizde

Üzünçlü bir yurtluk: kurtulmalığını topluyor herkes kime ödeneceğini bilmeden; kılıçtan kanatlarıyla inen günün kurtulmalığını, karalanmış yazı’nın kurtulmalığını, ve kokusu çınlayan defnenin. Niçin ödenecek ve ödenmedik ne kaldı? Sabır biraz daha, gecenin birikintisinden doğan Gezgin: Kum bağrındaki yarayı gösterecek; atılmış bağrındaki yarayı gösterecek; atılmış gülün açtığı yarayı. Ağıtlar kitabını okuyan dilsiz de söyleyecek gizini. Damıta damıta öğrendi ağulardan. Yasın galibi, acının galibi! Tek dünyalığı zeytin ağacının serinliği ve yakamoz göz alırken uzun bir akşam söyleşmesi. Sana da dendi: kapıların kitlendiği ve sokakların terkedildiği vakitlerde: Yola azıksız çıkma, her kişi acıkır korktuğu gibi; bağdaş kurmayı öğren, cıgara sarmasını da; konaklarsın gün olur bir han avlusunda. Çay getirirler ve gözlerinde sonsuz bir gece vardır. Yaşamın sunuları bunlar. İnsan da insanın sunusu. Kendi düşlerini anlat, ötekinin düşlerini dinle. Başka nasıl kurulur yeni bir dünya...

Ç E K İ Y O R U M

''Hayvanların en büyük korkusu insan olmaktır. Bunca acıyı nasıl barındırdım. Tümü mutlu ölen hayvanlar birbirlerini tanımazlar. Bense başkasını tanırsam kendime acıyorum. Yanyana duruyoruz. Elden ne gelir ki! Başkasını yaratmak gerek. Başkasını yaratmak gerek.'' (MelihCevdetAnday, SabahattinEyüboğlu ile birlikte)

Dört Mevsim

Dört Mevsim  Bahar mezarına gömsünler sizi Yapraklar gibi buluştunuzdu Kokular gibi seviştinizdi Bahar mezarına gömsünler sizi Yaz mezarına gömsünler sizi İlk kezmiş gibi buluştunuzdu Son kezmiş gibi seviştinizdi Yaz mezarına gömsünler sizi Güz mezarına gömsünler sizi Salkımlar gibi buluştunuzdu Ağular gibi seviştinizdi Güz mezarına gömsünler sizi Kış mezarına gömsünler sizi Sokaklar gibi buluştunuzdu Çarşılar gibi seviştinizdi Kış mezarına gömsünler sizi. (Bir Kırlangıcın Daha Var)

Bir Çift Ayakkabı Yontulmuş Kalp, Samed Behrengi

Sadece bir çift ayakkabısı olan öğretmen; Samed Behrengi../ Kerem Porazan   "Oysa küçük kara balık hasta değildi, onun bambaşka bir derdi vardı. Bir sabah erkenden, daha gün doğmadan, küçük kara balık annesini uyandırdı: 'Anneciğim, seninle konuşmalıyım' dedi. Annesi, uyku sersemliği içinde: ‘Acelen ne sevgili yavrum?’ diye sordu ‘Önce sabah gezintimizi yapalım, sonra konuşuruz.’ ‘Olmaz anne, artık ben bu gezintilere çıkmak istemiyorum. Buralardan gideceğim.’ ‘Sabahın bu erken saatinde nereye gideceksin yavrum?’ ‘Bu derenin bittiği yeri merak ediyorum’ diye karşılık verdi. ‘Ah anne, bu soru beni aylardır düşündürüyor. Derenin nerede bittiğini öğrenmem gerek. Bugüne kadar bu soruya bir karşılık bulamadım. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Sürekli bunu düşünüyorum. Kararımı verdim anne, gidip derenin nerede bittiğini öğreneceğim. Orada neler var, başka yerlerde neler var, görmek bilmek istiyorum’. ” ( Küçük Kara Balık; sayfa 10-11) Yukarıdaki alıntı Samed Behrengi’y...