Gelin de bu yezitlerin, bukalemunların tavırlarına kanın! Çağımızda insanın inançlarını yitirmesi eski eldivenini yitirmesi kadar kolaydır. İşte ben de inancını yitirenlerdenim!
Bir akşam atlı tramvayla eve dönüyordum. Benim gibi yüksek dereceden bir memurun tramvaya binmesi yakışık almaz, ama o gün kürkümü giydiğimden, kunduz derisi yakamı kaldırınca yüzümü kimse göremeyeceği için içim rahattı. Hem, biliyorsunuz, tramvayla yolculuk ucuzdur. Vaktin hayli ilerlemiş, havanın da soğuk olmasına karşın içerisi tıklım tıklım doluydu. Gerçekten beni kimse tanıyamadı, kunduz yaka beni tanınmaz insan yapmıştı. Yolculuğum rahat rahat sürerken bir yandan uyukluyor, bir yandan da vagonu dolduran sıradan insanları izliyordum.
Tavşan kürkünden yakalı, ufak tefek bir adam dikkatimi çekti birden. «Hayır, o değildir. Bizimki olamaz!» diye düşünürken, «Yok! Ta kendisi!» demeye başladım. Gözlerime inanamıyordum. O muydu acaba?
Tavşan kürklü yakalı adam, bizim dairede emrim altında çalışan memurlardan İvan Kapitonıç'a öylesine benziyordu ki! İvan Kapitonıç çelimsiz, ezik, sünepenin biriydi. Yerlere kadar eğilerek bayramınızı kutlamaktan, bayanların yere düşürdüğü mendilleri almaktan başka bir işe yaramazdı. Yaşının geçkin olmamasına karşın eğilmekten sırtı kamburlaşmış, dizleri bükülmüştü; kirli ellerini iki yanından hiç ayırmazdı. Onunla karşılaşmadan az önce kafasını kapıya çarpmış ya da ıslak tahta beziyle bir güzel pataklamışlardır, diye geçerdi aklınızdan. O süklüm püklüm duruşuna bakınca içiniz cız ederdi: Öylesine zavallı, acınacak biriydi işte. Beni gördüğü zaman da kaçacak delik arar, ne yapacağını şaşırırdı. Onu boğazlayacak, bir lokmada yutacakmışım gibi korkardı benden. Hele biraz azarlamayagöreyim, ayaz vurmuşçasına zangır zangır titremeye başlardı.
Ondan daha ezik, daha suskun, daha umarsız birini gördüğümü anımsamıyorum.
Yakası tavşan kürklü adam işte bu İvan Kapitonıç'ı getirdi aklıma. Nasıl da benziyorlardı birbirlerine! Bununla birlikte İvan Kapitonıç'ın mıymıntı, zavallı görünüşü yoktu yüzünde. Arkadaşlarıyla konuşurken, daha da önemlisi, siyasetten söz ederken kendini dinletmesini biliyordu. Elini-kolunu sallayarak öyle rahat bir konuşması vardı ki, hiç sormayın!
— Hambet'in ölümü Bismark'ın ekmeğine yağ sürdü. Akıllı bir adamdı Hambet, biraz daha yaşasa Almanlara kök söktürürdü. En azından büyük bir savaş tazminatı koparırdı. Kendisi bir Fransız'dır ama gerçek bir Rus ruhu taşıdığına eminim. Yetenekli bir devlet adamıydı.
Vay, vay! Bakın şu sünepenin söylediklerine!
Biletçi ona doğru yaklaşınca bizimki Bismark'ı bırakıp berikine çullandı.
— Bu tramvayın içerisi neden bu kadar karanlık, bakayım? Mumunuz mu kalmadı yoksa? Ben daha böyle bir düzensizlik görmedim! Haddinizi bildirecek biri yok da onun için. değil mi? Avrupa'da olsa size çoktan gerekli cezayı verirlerdi! Halk sizin için değil, siz halk için varsınız! Tanrı hepinizin belasını versin! Anlamıyorum, niye amirlerinizden biri gelip de bu durumu görmez?
Az sonra ilerlememiz için bizleri uyardı:
— Hadi, kıpırdayın biraz! Hey, sizlere söylüyorum! Oturanlardan biri şu bayana yer versin! insanlarda nezaket denen şey kalmamış! Biletçi, çabuk buraya gelin! Siz para toplamaktan başka bir şey bilmez misiniz? Bayana bir yer bulsanıza! Alçaklık sizin bu yaptığınız!
Vay, teres vay! Suratına baktıkça inanasım gelmiyor. Hayır, hu bizim İvan Kapitonıç olamaz! Bizimki nereden bilecek Hambet'i, Bismark'ı? Böyle lafları almış mıdır ağzına?
Beriki sigarasını yere atarak;
— Ne yapalım? Düzen böyle gerektiriyorsa uyacaksın! Gel de bu adamlarla birlikte yaşa bakalım! Akılları şekilcilikten, gösterişten başkasına ermez! Bunların hepsi şaklaban, ikiyüzlü! Zor dayanıyorum, aralarında boğulacağım vallahi!
Dayanamayıp bir kahkaha attım. Kahkahayı duyunca bizimkisi dönüp bana şöyle bir baktı. Kahkahamı tanımış, sırtımdaki kürkü görmüştü. Sesi birden titrekleşti, bir anda sırtı kamburlaştı, suratı çarpıldı, ardından sesi soluğu kesildi, elleri iki yanına yapıştı, dizlerinin bağı çözüldü. Bu ne büyük bir değişmeydi! Artık kuşkum kalmamıştı, bu bizim memurcuk İvan Kapitonıç'tan başkası değildi. Orada oturacak bir yere çöktü, burnunu tavşan kürkünün arasına sakladı.
Zavallı adamın suratına bir daha baktım.
«Bu sünepe, bu mıymıntı deminki lafları söyleyebilir mi? Söyleyebilir mi? Evet, söyleyebilir... İnanılması güç bir şey ama doğru... Ah seni hergele!» diye geçirdim içimden. Gelin de zavallı bukalemunlara inanın siz! Öldürseler inanmam. Kim ne derse desin kül yutmam!
Anton Çehov
Yorumlar
Yorum Gönder