Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ölümü gördüm

Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz? Kendi idam sahnesi... Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı. Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi. "Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine... Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı. Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı. Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı: "Yaşama sevinci"... "Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabil...

Vurulduk Ey Halkım

Sesleniş / UğurMumcu ''Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım unutma bizi!.. Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi!.. Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terkedildik. Direndik küçü...

Kurnaz Bay Mistik

''Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. Küfreder. ‘Küfür ediyorsun!’ der. Müfteridir. İftiraya uğradığını söyler. Bay Mistik o kadar kurnazdır ki bu marifeti yüzüne vurulduğu zaman : “- İspat edin! diye böbürlenir. Çünkü Bay Mistik bilir ki, onun küfürbazlığını, müfteriliğini, jurnalcılığını ispat etmek için, şimdiye kadar yaptığı ‘polemik’leri teker teker, yeni baştan neşretmek lazımdır. (…) Halbuki bu yapılmaya değer bir iş değildir. Hem çok uzun sürer, çok yer tutar, hem de bilineni bir daha bildirmek gibi komik bir şey olur. (…) Dedim ya, Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. İşte yine bu kurnaz Bay Mistik’e ‘iftira?!’ ediyorum. Diyorum ki : Onun kurnazlığı bir fırıldağın kurnazlığı gibidir. Bir bakarsınız : hudutsuz mücerret ‘hürriyet’ taraftarıdır. Sonra döner, ‘disiplinli’ hürriyetten yana çıkar. (…) Bir bakarsınız : ‘izm’le biten her çeşit mefhumun düşmanıdır. Sonra döner, bazı ‘izm’li mefhumlara bağlanır. Babıâli caddesinde Kont de Larok gibi dolaşı...

Parçalandıkça Toprağa Düşen Gül Gün Gelir Tohumundan Patlar Kan Olur Yutarsınız

PKK paçavrasının katlettiği OnatKutlar'ı sevgiyle anıyoruz. ''Hepimiz aşklar, dostluklar, yiğitlikler, kavgalar tanıdık. Korkaklığı, yalanı, ihanetin iki yüzlü bıçağını, bencilliği de tanıyoruz şimdi.'' *** ''Nereye gitseniz yaman ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bir koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği?'' *** ''Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler. Çürümeye yüz tutmuş bir meyvayı evden eve dolaştırıyorlar.'' **** ''Diyor ki içimden bir ses, "Beni yüreğinin üstüne kızgın bir mühür gib...

Yaşama Uğraşı

❝Aramızdaki uzlaşmazlığın gerçek, temel nedeni, onun her şeyi içinden geldiği gibi, eleştirmeden, istekle karşılamasında ve değer ölçülerinin yaygın, geleneksel ölçülere uymasında. Her şeyi, gerektiği gibi, bütün varlığıyla benimsiyor. Dağlardan nasıl içtenlikle hoşlandığını düşün; günlerini boşu boşuna geçirişini, sadece bunu yapmaktan duyduğu mutluluğu, o anda ne yapmaya karar verdiyse kendini tümüyle ona verme yeteneğini düşün. Sen ise, bedeninle ruhun arasındaki uyumu bozdun; kendine yön verme gücünden yoksun bir şekilde, şehvetli- trajik, korkak-yiğit, duyusal-ülkücü vb. gibi çelişkiler arasında yaşıyor, sarkacın bir o yana, bir bu yana hızla gidişini seyretmekten başka bir şey yapamıyorsun. O çöreğini yerken gözlerinle içtin onun güzelliğini. Yaradılışının elverdiğince senin için en iyi şeyleri diledi. Ama senin gözünde hayatın ve ölümün kendisi o. ikimiz arasında gene de odur kurban durumuna düşecek olan. [......]' O sağlıklı ve dengeli, sen ise hep bir doğrultuy...

bakele

BAKELE Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede. Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye. “Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı. “Su vereyim mi Bakele?” Verirdi. Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı. Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı. “Sen niye okumuyosun dede?” “İşte ben de gaze...

ya ne olayım?

-Sen ne olacaksın büyüyünce ? -Ben mi ? dedi. -Ben, dedi, boyacı olacağım. -Ne boyacısı ? -Kundura boyacısı. -Neden kundura boyacısı ? -Ya ne olayım ? -Doktor ol, dedim. -Olmam, dedi. -Neden ? -Olmam işte. -Neden ama ? -Doktoru sevmem ki. -Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ? -Tabii sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan. -Ama annen iyileşti. -Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün yemek yemedim ben. ••• Sait Faik Abasıyanık /Mahalle Kahvesi

İçimden Ellerinize Dair Demek Geçti Kırmızıydı Yayanın Yüzü

Sonra onlar çılgınlık bitip  Sürü dağılınca, yapayalnız gecelerde  Durgun ve dilsiz, yastıklara çivili  Bir mızıka sesiyle uyanmazlar mı  Asaf'ın ateşlere karşı çaldığı?..  Bir otel odasında gencecik çocuklar  Çırpındıkça bir yudum soluk için  Üzerine benzin döküp oynayanlar  Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını  Dudaklarında duman ve yanık et kokusu  Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?..  Sevgisiz bir Tanrının kinle büyüttüğü  Ölüme tapınan o siyah adamlar  Onlar birgün yağmurlardan sonra  Güneş salkım salkım dallarda yanarken  Rüzgârdan utanıp sudan korkmazlar mı?..  Ayrılık herkesin kapısını çalar birgün  Dağlar kararırken ya da günün eşiğinde  Onlar, saz kırıp şiir yakanlar  İçlerinde gezinen kederi bir türküyle  Bastırmak isterlerse derinden ve sessiz  Çalmazlar mı duvarlara kirli bedenlerini?..  Kimse temizim demesin, kimse  Bütün bir ülke odun taşıdı ...

a ş k o l s u n

aşk için söylediğim her şeyi bir daha söylerim, sakin, mutsuz ya da yırtıcı, herkesin ağzındaki o sonsuz acı, belki de bundandır.. nasıl ayrı yaşarım inandığım şeylerden? onları elbette bir daha, bir daha söylerim, usul usul ve usla birlikte akıcı kandır. aşk isterim, aşk olsun isterim, yaşamanın sonu, ölümün başlangıcı. kıyılarda yürürüm, sindiririm kıyıları.. of güçlü macun içine kat beni, kanım koyulaştırsın kırmızıyı. anadolu'da bir yerden bir yere giden biri, belki bir kirazı hatırlar, bir denizi kesinlikle hatırlamaz, belki hepsini birden hatırlar da bilemez, ne zamandır.. aşkolsun ne zaman, aşkolsun tiyatro geceleri, aşkolsun “bravo” sesleri, aşkolsun anadolu otobüsleri... aşkolsun bildiğim ışık biz birden türeriz istanbul'da ve heryerde görünmez bir mutsuzluğu söyleriz bilge kayalarla çarpılan ebonitler oluşturur tersliğimizi. ey canım, güzel yüzlüm suyunda denizleri bulduğum bilmediğim yerlerimdeki sancı bana bir şey söyle güleyim bir şey daha söyle inandır...

D U R A K T A

evet kimsesizdik ama umuduz vardı..

Ç A R Ş A M B A , K O R K U L U U S T A L I K

ÇARŞAMBA aslında buydu beni geliştiren lut gölünün ve karanlık mevsimlerin karşısında ordan uzayıp geldikçe kararan resimlerin karşısında her gün seslendiğimiz isimlerin karşısında (sinek kovalayan bir berber çırağı gibi bütün işi sinek kovalamak olan ustasından sinen ve sinek kovalayan.) birden perdeleri açan bir sevgisizlik şaşılacak bir balık iriliğinde bu temmuz nasıl olsa birkaç yıl sürer akşamları ve sabahları birtakım ilişkilere değiştiren yani birbaşına kalmanın mutsuzluğunu. istesem ne olur kurtulmayı -serin değil ki bildiğim sokaklar, sinekli- renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden uzayıp gelen resimlerin karanlığından ve rumeli beylerbeyinden ve taksitle satışlardan kurtulmak. kurtulmak! bir sonsuz kelime bilmediğim bir eski zaman diliminden bir güzel aşk ölümü belki hiçbir şeye hazırlıklı değildik oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi bir menekşeyi o zaman başından sezdik yenilgiyi o zaman şehre çıktım bir eli...

Yorulduğun Zaman Söyle, Kemalettin Tuğcu

"- Yeryüzündeki her eşyanın bir değeri vardır. Sözüm buradan dışarı, ben bir eşek anırsa durur, hayvanın hâline dikkatle bakarım. - Baba şehirde eşek kaldı mı? - Kaldı oğlum, kaldı. Ama artık ahırlarda değil, evlerde, apartmanlarda yaşıyorlar."  *** "İnsanlar bir avuç buğdaya benzerler, düştükleri toprağa göre verimli olurlar. Çorak yere düşen kavrulup kalır, sulak yere düşen boylanır çok başak sağlar." *** "İnsan ancak kendini yetiştirdiği yerin insanı, kendini yetiştirdiği bahçenin çiçeğidir." KemalettinTuğcu

S İ S

SİS / #TevfikFikret Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid, Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid. Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh, Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh; Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar! Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim, Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim! Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ, Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ! Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı; Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet; Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde; Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir, Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir; Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ, Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ. Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün! Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis; Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-h...

Eya !

Eya!.. / HüseyinAtabaş Bu aşk tutuşabilir kendiliğinden kapının önünden geçen yele gülümse, sanma ki bizi ayıran perdelerdir başını kaldır da yüreğini dinle!.. Bu aşk burada bitebilir de örneğin, kapılar açık kalsa da bitebilirdi; her şey olduğu gibi sürüyor oysa. İşte Kumrular Sokağı'na sızan güneş aşkımızdan yol buluyor kendine. Gecenin hüznüyle gelip geçtiğimiz denizlerime kulak ver bundan böyle, incinen dalgaların ucu değiyor eya Ankara'nın A(ş)kdeniz Caddesi'ne!.. Aşk iki kişilik bir krallıktır bütün demokrasilerde, bunu öğren. Sevgiyle söylenen sözlere inat sanmam ki bizi ayıracaklar olsun, başını koy da yüreğimi dinle!.. S u n u  Yanlış hem sende hem bende mi? Söylemesi zor olsa da bilelim ki ikimiz de gül bekliyoruz kaktüste.

Eski Sinemalar

karanlığa dağılan o çocuk ben miyim beni mi kovalıyor tabancalı adamlar ıssız sarayların güngörmez prensiyim yalnızlığımı belki bir aşk tamamlar bilmek zor hangi filmin neresindeyim ne yapsam içimde o eski sinemalar galiba tahtabacak korsan gemisindeyim prensesler cariyem akdeniz bana dar günlerdir teksas’ta eşkıya izindeyim hızlı tabanca çeken üstüme kim var tarzan zor durumda yetişmeliyim ne yapsam içimde o eski sinemalar kanlı bir sarışınla şanghay trenindeyim takma kirpiklerinde hülyalı dumanlar yabancılar lejyonu’nda fransız teğmeniyim belki harp divanından idamım çıkar bitmiyor nedense başlayan hiç bir film ne yapsam içimde o eski sinemalar (Attilaİlhan / eski sinemalar)

Mapushane Kapısı

İbrahimBalaban - Mapushane Kapısı Balaban'ın bu ''Mapushane Kapısı'' resmi için NazımHikmet şiir de yazmıştır: Altı kadın vardı demir kapının önünde, Beşi toprağa oturmuş , ayakta biri; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi; Altı kadın vardı demir kapının önünde, Ayakları sabırlı , ellerinde keder; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Cin gibi bakıyor kundaktakiler; Altı kadın vardı demir kapının önünde, Sımsıkı gizlemişler saçlarını; Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, Biri kavuşturmuş avuçlarını; Bir jandarma vardı demir kapının önünde, Ne dost ne düşman , nöbet uzun hava sıcak; Bir beygir vardı demir kapının önünde, Nerdeyse ağlayacak; Bir köpek vardı demir kapının önünde, Burnu kara , tüyü sarı; Kamış sepetlerde yeşil biber vardı, Torbalarda kömür , heybelerde soğan sarımsak; Altı kadın vardı demir kapının önünde Ve demir kapının ardında beşyüz erkek Vardı efendim; Altı kadından biri sen değildin ama Beşy...

Bambaşka

bambaşka / Attila İlhan eskiden başka kızlar görgüsü başka başka güzellikleri bölüşürlerdi kırlangıçlar dağılırdı bakışlarından o hızla dalınca başka bir aşka başka türlü sevişir öpüşürlerdi dalgası başkaydı köpürüşü başka eskiden başka kızlar gülüşürlerdi çiçekle donatır sizi takılışları yolu yordamı başka örgüsü başka gerçekten hayale dönüşürlerdi ne kadar başkaydı aşkı taşıyıştan acıdan tatlıya yürüyüşü başka eskiden başka kızlar okşayışlarından başka başka tadlar algıladığımız yoğunluğu başka ölçüsü başka romanlar çıkardı yaşayışlarından bambaşka romanlar/ yazamayacağımız çünkü hayat başka görünüşü başka

Bir Güfte

Bir Güfte / Tevfik Fikret  Yükselmeli... Artık yetişir alçaklık ve karanlık; Her alında bir düşünce ışığı parlamalı; Bilgisizlik ölmeli, zorbalık ölmeli, hak güç bulmalı; Hakkın yüzü güldükçe gülümser insanlık... Uyuşukluklar; alçaklıklar, karanlıklar yere girsin; Sen doğ bize, sen doğ bize; ey güneşi gerçeğin Ey güneşi gerçeğin, azdır bu özleyiş sana; Aydınlanır yarınlar ancak senin parlayışlarınla. Gülsün insanlık, şu cehennemleri söndür; Herkes sonsuza dek sevinçli, herkes sonsuza dek özgür... Kötülükler, alçaklıklar, karanlıklar yere girsin; Sen doğ bize, sen doğ bize, ey güneşi kardeşliğin!

Yangın / Cahit Kulebi

Yangın / CahitKülebi Önce gelincikleri yolduk, Nar ağaçlarını tuttuk kurşuna, Ardından andızları devirdik Aptallık, bilinçsizlik, bir hiç uğruna. Sonra sıra ormanlara geldi, Yüz binlerce dönüm ateş yaktık, Sıvas'a kadar gidip bulduk, Dikili tek ağaç bırakmadık. Şimdi damlarda yanıp söner İsli lambalar gibi insan gözleri. Daha çok atılacak, it gibi sokaklara Delik deşik insan ölüleri.

Tarantu Babu'ya Mektup

Kızını, İtalya'nın en zengin, en rahat delikanlısı  Kont Ciano ile evlendiren ve kendisi  Prens Torlonya'nın armağanı Villa Torlonya'da  oturan büyük idealist Sinyor Mussolini,  İtalyan Ansiklopedisi'nin «F» harfinde  faşizmin ne demek olduğunu anlatırken der ki:  «Faşist, rahat hayata hor bakar...  Yeryüzünde saadetin mümkün olacağına inanmaz.» Faşizmin bu «rahat hayata hor bakmak ve yeryüzünde  saadete kavuşmamak» nazariyesi, büyük bir ciddiyet  ve samimiyetle «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» gerçeklendirilmiştir.  Banka Komerçiale'de direktörlük ve İtalyan finansına  Sezar'lık eden Lehli Töplitz'in en yakın dostu  İl Duçe Benito Mussolini, yine «F» harfinde  faşizmin tarifini yaparken şöyle der:  «Faşizm için her şey devletin içindedir.  Devletin dışında manevî veya insanî hiçbir şey yoktur,  her şey değersizdir.»  Bu derin, bu erişilmez faşist görüşünün nasıl  gerçekleştiği...

Kaç Kişiyiz Kendimizde

Üzünçlü bir yurtluk: kurtulmalığını topluyor herkes kime ödeneceğini bilmeden; kılıçtan kanatlarıyla inen günün kurtulmalığını, karalanmış yazı’nın kurtulmalığını, ve kokusu çınlayan defnenin. Niçin ödenecek ve ödenmedik ne kaldı? Sabır biraz daha, gecenin birikintisinden doğan Gezgin: Kum bağrındaki yarayı gösterecek; atılmış bağrındaki yarayı gösterecek; atılmış gülün açtığı yarayı. Ağıtlar kitabını okuyan dilsiz de söyleyecek gizini. Damıta damıta öğrendi ağulardan. Yasın galibi, acının galibi! Tek dünyalığı zeytin ağacının serinliği ve yakamoz göz alırken uzun bir akşam söyleşmesi. Sana da dendi: kapıların kitlendiği ve sokakların terkedildiği vakitlerde: Yola azıksız çıkma, her kişi acıkır korktuğu gibi; bağdaş kurmayı öğren, cıgara sarmasını da; konaklarsın gün olur bir han avlusunda. Çay getirirler ve gözlerinde sonsuz bir gece vardır. Yaşamın sunuları bunlar. İnsan da insanın sunusu. Kendi düşlerini anlat, ötekinin düşlerini dinle. Başka nasıl kurulur yeni bir dünya...

Ç E K İ Y O R U M

''Hayvanların en büyük korkusu insan olmaktır. Bunca acıyı nasıl barındırdım. Tümü mutlu ölen hayvanlar birbirlerini tanımazlar. Bense başkasını tanırsam kendime acıyorum. Yanyana duruyoruz. Elden ne gelir ki! Başkasını yaratmak gerek. Başkasını yaratmak gerek.'' (MelihCevdetAnday, SabahattinEyüboğlu ile birlikte)

Dört Mevsim

Dört Mevsim  Bahar mezarına gömsünler sizi Yapraklar gibi buluştunuzdu Kokular gibi seviştinizdi Bahar mezarına gömsünler sizi Yaz mezarına gömsünler sizi İlk kezmiş gibi buluştunuzdu Son kezmiş gibi seviştinizdi Yaz mezarına gömsünler sizi Güz mezarına gömsünler sizi Salkımlar gibi buluştunuzdu Ağular gibi seviştinizdi Güz mezarına gömsünler sizi Kış mezarına gömsünler sizi Sokaklar gibi buluştunuzdu Çarşılar gibi seviştinizdi Kış mezarına gömsünler sizi. (Bir Kırlangıcın Daha Var)

Bir Çift Ayakkabı Yontulmuş Kalp, Samed Behrengi

Sadece bir çift ayakkabısı olan öğretmen; Samed Behrengi../ Kerem Porazan   "Oysa küçük kara balık hasta değildi, onun bambaşka bir derdi vardı. Bir sabah erkenden, daha gün doğmadan, küçük kara balık annesini uyandırdı: 'Anneciğim, seninle konuşmalıyım' dedi. Annesi, uyku sersemliği içinde: ‘Acelen ne sevgili yavrum?’ diye sordu ‘Önce sabah gezintimizi yapalım, sonra konuşuruz.’ ‘Olmaz anne, artık ben bu gezintilere çıkmak istemiyorum. Buralardan gideceğim.’ ‘Sabahın bu erken saatinde nereye gideceksin yavrum?’ ‘Bu derenin bittiği yeri merak ediyorum’ diye karşılık verdi. ‘Ah anne, bu soru beni aylardır düşündürüyor. Derenin nerede bittiğini öğrenmem gerek. Bugüne kadar bu soruya bir karşılık bulamadım. Geceleri gözüme uyku girmiyor. Sürekli bunu düşünüyorum. Kararımı verdim anne, gidip derenin nerede bittiğini öğreneceğim. Orada neler var, başka yerlerde neler var, görmek bilmek istiyorum’. ” ( Küçük Kara Balık; sayfa 10-11) Yukarıdaki alıntı Samed Behrengi’y...

Yalnız Hüznü Vardır Kalbi Olanın

IV hüzün yalındır-dağdan aparılmış kar topakları gibi yel ki ince ipince bir teldir kopmuştur insan  azar azar kopmuştur yalnız hüznü vardır kalbi olanın hüzün öylece orta yerdedir tuhaf bir yarma yaşanıyordur çepeçevre şeytan kilitleri sınav | İlhami Çiçek

Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  Şehre simsiyah bir kar yağar  Yollar kalbimle örtülür  Parmaklarımın arasından  Gecenin geldiğini görürüm  Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  Çocuklar sinemaya gider  Yüzümü bir çiçeğe gömüp  Ağlamak gibi isterim  Derinden bir tren geçer  Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  Alıp başımı gitmek isterim  Bir akşam bir kente girerim  Kayısı ağaçları arasından  Gidip denize bakarım  Bir tiyatro seyrederim  Ben ölürsem akşamüstü ölürüm  Uzaktan bir bulut geçer  Karanlık bir çocukluk bulutu  Gerçeküstücü bir ressam  Dünyayı değiştirmeye başlar  Kuş sesleri, haykırışlar  Denizin ve kırların  Rengi birbirine karışır  Sana bir şiir getiririm  Sözler rüyamdan fışkırır  Dünya bölümlere ayrılır  Birinde bir pazar sabahı  Birinde bir gökyüzü  Birinde sararmış yapraklar  Birinde bir adam  Her şeye yeniden başlar  ...

Dul Coğrafya

Galiba sekiz dokuz yaşlarındaydım. Bir Orta Anadolu kasabasında büyüyordum. Babam gazozcuydu. Bir gün tüm kasaba çarşı meydanındaki kahvenin önünde toplandı. Her gün kapısının önüne gazoz bıraktığım kahvenin sahibi, yaşlı hoş sohbet amca yanında çırak olarak çalışan, benim yaşlarımda esmer yetim bir çocuğa, İhsan’a iki yıldır tecavüz ediyormuş. Çocuğun bu durumunu, kasabaya yeni tayin olmuş, nüfus müdürlüğündeki memur fark etmiş ve iş onun gayretiyle açığa çıkmış. Kahveci, kalabalığın arasından elleri kelepçeli polis otosuna doğru giderken, akrabamız rahmetli İsmail abi söktüğü kaldırım taşını bağırarak kahveciye fırlattı. Başına yana eğmezse kafasını parçalayacak iri taş gitti kahvenin su oluğuna çarptı ve ezdi. Her sabah gazoz dağıtmak için dolaştığım çarşı içinde, çocuk kafamda hiç unutamadığım görüntülerden biridir, ezilmiş su oluğu. Kahveci nedense bir süre sonra işinin başına döndü. Artık bu dünyada yerinin olamayacağını düşündüğüm kahveci yine çay yapıyor, dağıtıyor, ot...

İnsanın İki Yüzü | Çehov'dan Öyküler

 Gelin de bu yezitlerin, bukalemunların tavırlarına kanın! Çağımızda insanın inançlarını yitirmesi eski eldivenini yitirmesi kadar kolaydır. İşte ben de inancını yitirenlerdenim!  Bir akşam atlı tramvayla eve dönüyordum. Benim gibi yüksek dereceden bir memurun tramvaya binmesi yakışık almaz, ama o gün kürkümü giydiğimden, kunduz derisi yakamı kaldırınca yüzümü kimse göremeyeceği için içim rahattı. Hem, biliyorsunuz, tramvayla yolculuk ucuzdur. Vaktin hayli ilerlemiş, havanın da soğuk olmasına karşın içerisi tıklım tıklım doluydu. Gerçekten beni kimse tanıyamadı, kunduz yaka beni tanınmaz insan yapmıştı. Yolculuğum rahat rahat sürerken bir yandan uyukluyor, bir yandan da vagonu dolduran sıradan insanları izliyordum.  Tavşan kürkünden yakalı, ufak tefek bir adam dikkatimi çekti birden. «Hayır, o değildir. Bizimki olamaz!» diye düşünürken, «Yok! Ta kendisi!» demeye başladım. Gözlerime inanamıyordum. O muydu acaba?  Tavşan kürklü yakalı adam, bizim dairede emri...

Günah Çileden Çıkarır | Dişsiz Gülüş

Sicilya’nın bir kasabasında kadınlar hiç rahat durmaz, ikide bir kocalarını aldatırlarmış. Kasabanın yaşlı papazı, kocasını aldattıktan sonra kendisine gelen ve günah çıkartan kadınlardan bıkmış. Günlerden bir gün, yine bir kadın gelmiş, “Papaz efendi! Şeytana uyup yine kocamı aldattım” demiş. Papaz öfkelenmiş: “Ayıptır günahtır, sürekli kocamı aldattım diye geliyorsunuz. Bundan sonra en azından ‘ayağım taşa takıldı’ deyin, ben anlarım.” Bu durum, kadınlar arasında anında yayılmış. Kilisedeki yoğunluk hiç azalmamış, artık kadınlar “Ayağım taşa takıldı” diyor; papaz günah çıkartıyormuş. Gün gelmiş, ihtiyar papaz ölmüş. Yerine gelen yeni papazın da ‘taşa takılma’ seansları sürüyormuş. Durumdan bihaber olduğu için, “Ne kadar namuslu bir kasaba. Hanımların ayağı taşa takılsa, günah çıkartmaya geliyorlar” yorumunu yapıyormuş. Bir gün, papaz ile Belediye Başkanı buluşmuş, sohbete koyulmuşlar. Papaz, Belediye Başkanı’na bir ricada bulunmuş: “Başkanım, derhal kaldırımları onarın. Kasaban...