Ana içeriğe atla

Sis


Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü,
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Neyin peşine takılıp geldim bu bilinmeyen yere
unutmanın sisini aralayan şaman!
Ey Kuzey yıldızı!
Kaybolan geceye yolunu gösteren şamdan
içimin karanlığında korkan çocuğu koru.
Hatırayı saklayan eşyanın eskimiş yorgunluğu
yazlık sinemalar, taş plak, radyolu günler
ve kalbin ilk ağrısı
bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Her aşk başa dönmekti belki de
hayata ve aşka hep geç kalan ben,
kimi sevsem bir başkasını sevmiş olurdu.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü,
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
1
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz,
kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Hatıranın karanlık dehlizlerinde yerini aldı,
yeri göğü aydınlatıp
yataktan aynaya yansıyan ışık
koynunda sevişmekten tükenip bittiğimde,
uçurtması bulutlara değen çocuk sevinci, kamaşan beden.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları,
çarşıyı örtüp
karşı kıyıya uzanan sis
örtmese de bitmiş bir aşkın kederini
beni hayata, eve, evdeki bir başka yalnızlığa döndüren
çocuk kedi. Artık iyi.
Ey bilge şaman! Yerlere ve
göklere hükmü geçen zaman.
Beklemek ve görmek. Birbirinin benzeri sözler,
gelip geçen insan suretleri,
birbirine karışan yüzler ve sesler.
Yolları ardında bırakan mevsimler, batan gemi ve
karanlık sularda sürüklenen ruhum ve bütün soruların
toplamı ve özeti olan
– Ben neyi aradım durdum?
Ve hâlâ el altında duran bir başucu kitabı
yalnızlığım.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü,
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
2
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş
ve kalbim yorgun düşen.
Herkes kendi gözünde büyütüp seyrederken kendini
sinip küçüldüm,
sığındım yalnızlığın
göğsüne
odalara sığmazken yalnızlığım.
Başkasının yerine sahne alınmış bir oyun,
birkaç gösterilik bir oyundu bu. Aşkı doğrulayan acı
ve yılları yadsıyan çıplak bedenlerimizin
bazen usul, bazen hırçın karışıp birbirine akışı.
Uykuyla uyanıklık arasında
kısacık bir yaşanmışlık.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları,
çarşıyı örtüp
karşı kıyıya uzanan sis
bugün de örtmedi bitmiş bir aşkın kederini.
Zamanın kıvrımları arasında gizli saklı kalmış bir şeyler
sezilen ama söze dökülemeyen.
Biz diye bir şey yokken,
neyi alıp gitmiştik birlikte temmuza
ansızın boşalan yüzün,
uzak bakışların
bilip de bilmezlikten,
görüp de görmezlikten gelinen.
İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr,
bir karmakarışıklık,
derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş
ve kalbim yorgun düşen.
3
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş
ve kalbim yorgun düşen.
İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr,
bir karmakarışıklık,
derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.
– Yaprak kımıldatmayan durgun gecenin sokaklarından geçtim, bahardı. Dalları karlarla yüklü ağaçlı bulvarlardan sonra, gece yol alınan uzak şehirlerden, türeyen tren camlarına yaslanmış başımda ağrılarla, soluk kasaba içlerinden, perdeleri açık, sarı kör ışıklı ev içlerinden, donuk insan yüzlerinden…
Dinmek bilmez son yaz yağmurları… Sanki bir suç işlemiş de yüzü yere inmiş üzgün çocuktu gökyüzü. Islak ot ve toprak kokusu.
Başı sonu yokmuş gibi uzayıp giden sararıp solmuş kederli bozkırlardan, gecenin uykuya yeni düştüğü ıssız vakitlerden geçtim. Günü uyandıran kuşlarla başlayan sabahlardan.
Önce mordan eflatuna sonra ağır ağır pembe
usul bir ışıkta, şafakla yüzü aydınlanan yeryüzü güzeldi.
O vakitlerde aşkın eşlikçisi acı bile içimde güzeldi.
4
Aşıp gecenin eşiğini geliyor arada bir caddenin uzak sesi. Kar,
beyaz bir hüzün gibi örttü şehri.
Yaprakları birbirine yapışmış eski, tozlu bir kitabı
sanki okur gibi yeniden
unutmaya bırakılmış sırları
çevirdi parmaklarım.
Herkesin bir vazgeçilmezi var ya,
her yere birlikte götürdüğü
takvimsiz, saatsiz vakitlerde
dökülüp saçılan ortalığa.
Ben sarıp sarmalayıp aşkı
yalnızlığa
taşıdım durdum acıyı küçültüp
sığdırdım
incecik bir sızıya.
Şimdi çıkıp gitsem oturur sedire bekler beni
büyüdü, evi sevdi,
annesinin ölmeye terk ettiği hasta kedi.
Evden eve taşınırken yıpranmış, hatırası karanlık hayaller,
yüzünde iri bir gözyaşı, üzgün çocukluğum.
Bazen belirip -sisler arasında- durup bakıyor bana
saçları mısır püskülü bir kız
– ben bunu daha önce yaşamıştım duygusu-
uzansam kaçıp kaybolacak,
biliyorum.
Aşıp gecenin eşiğini geliyor arada bir caddenin uzak sesi. Kar,
beyaz bir hüzün gibi örttü şehri.
5
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz,
kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Hatıranın karanlık dehlizlerinde yerini aldı,
yeri göğü aydınlatıp
yataktan aynaya yansıyan ışık
koynunda sevişmekten tükenip bittiğimde,
uçurtması bulutlara değen çocuk sevinci, kamaşan beden.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları,
çarşıyı örtüp
karşı kıyıya uzanan sis
örtmese de bitmiş bir aşkın kederini
beni hayata, eve, evdeki bir başka yalnızlığa döndüren
çocuk kedi. Artık iyi.
Ey bilge şaman! Yerlere ve
göklere hükmü geçen zaman.
Beklemek ve görmek. Birbirinin benzeri sözler,
gelip geçen insan suretleri,
birbirine karışan yüzler ve sesler.
Yolları ardında bırakan mevsimler, batan gemi ve
karanlık sularda sürüklenen ruhum ve bütün soruların
toplamı ve özeti olan
– Ben neyi aradım durdum?
Ve hâlâ el altında duran bir başucu kitabı
yalnızlığım.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü,
hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Oya Uysal

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Patladı Patlayacak Bir Kursak

-bir umudumuz kaldı elimizde  şimdi onunla ovuyoruz sancıyan yaşamı iftar sofralarında gül şerbetlerin yerini alan  fare kanlı asit, biliyorum bu bir çocuk yalanı baretli sarı yelekli bir kravat  vuruyor ilk malayı bu yalana iş bununla bitse iyi ki iş hiç bitmez nasırlara deva olamayacaksa nivea pijamalarıyla kızlar o dev aynasında  foşur foşur yıkayamayacaklarsa yüzlerini dove'la -iş hiç bitmez bir sabun köpürürken niçin şiir yazılmasın  çocuk kanları boğuyorken mürekkebi kağıdın bükülüp sonuna geldiği bu anda  bir şiir yalnayak fosfor göğün altında dimdik! kederlerine barkod vurulmuş dünyanın  balta girmemiş ormanları da kalmadı  burkukları saracak iprek kumaş yarayı sağaltacak hint yağı yani ki vurulduğumuzla kaldık bire on metre kare dükkan için birbirlerini vururken oğullar kızlar bir adam gecelerden kovulurken doğranırken şehrimizin takımı  kıraathanede olmadık laflarla kırkyıl kırkyıl arayı açarken ihtiyarlar çukurda tepinen çocuklar g...

Ben Dirimle Doğrulurken

Sis boruları ötmeğe başladı yavrular Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından Üstüne alevleri alarak Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan Beni karnınla Bir göz boğuşmasına daha kandırarak Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla Üzülmüş Belki dünya ile horlanmışım Ansızın çık oradan görün orada Bu siyah basmış kara akar deme - Başka olmalı gövdemi denetleyişin                               aşka hazır olan ... LARDAN. OKADIN'lardan Halk aşksızsa sokaklar           banka dükkânlarıyla doludur Ellerimi kâlb olmayan sularla                 ıslamaya alışır o kızlar - işte artık kaçmak - işte durmadan karşımızdayken bile - - ılık e...

Kurnaz Bay Mistik

''Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. Küfreder. ‘Küfür ediyorsun!’ der. Müfteridir. İftiraya uğradığını söyler. Bay Mistik o kadar kurnazdır ki bu marifeti yüzüne vurulduğu zaman : “- İspat edin! diye böbürlenir. Çünkü Bay Mistik bilir ki, onun küfürbazlığını, müfteriliğini, jurnalcılığını ispat etmek için, şimdiye kadar yaptığı ‘polemik’leri teker teker, yeni baştan neşretmek lazımdır. (…) Halbuki bu yapılmaya değer bir iş değildir. Hem çok uzun sürer, çok yer tutar, hem de bilineni bir daha bildirmek gibi komik bir şey olur. (…) Dedim ya, Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. İşte yine bu kurnaz Bay Mistik’e ‘iftira?!’ ediyorum. Diyorum ki : Onun kurnazlığı bir fırıldağın kurnazlığı gibidir. Bir bakarsınız : hudutsuz mücerret ‘hürriyet’ taraftarıdır. Sonra döner, ‘disiplinli’ hürriyetten yana çıkar. (…) Bir bakarsınız : ‘izm’le biten her çeşit mefhumun düşmanıdır. Sonra döner, bazı ‘izm’li mefhumlara bağlanır. Babıâli caddesinde Kont de Larok gibi dolaşı...