Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yanılıp Yakana Bakışımı Taktığında

nedir senin yerin şiir uzamımda benim kurtulamadığım bir imge misin, duraksadığım bir dize bir şiirde mi tutuklu kaldım ya da yüreğinde az mı tanış öldürdüm ulaşmak için sana bunca ayinden sonra kurban mıyım cellat mı senin içindi bunca yakarış izlerken seni gölgem gölgene karışmış çoğalan sen misin kayboldukça ben günlerce gözbebeklerim ayna tuttu sana yanılıp yakana bakışımı taktığında belge miyim varoluşuna ve bir hüznün yankısıysa eğer şiir sana yaklaştıkça şiire yaklaşıyorum demektir Lale Müldür

Buz Geceleri

I Gittim, yenildim, döndüm. Ordum kırıldı, sabah erkendi ova uçsuz bucaksız, gece çöktü ve daraldı görüş alanım: Kan koktu toprak, hava, gürül gürül akan su. Çatlamış atların ağır dansı, iniltileri donmuş yaralılar, yollara yığarak unutulan ölüler, utkuyla bozgunun arası bir karış: Oradan darmadağın, geçtim. Şimdi yeni bir sabah. Pıhtı ve barut geride kalsın. Gökyüzünden umduğum arı bir yağmur Beni eldeğmemiş bir vakte hazırlasın. Bir tay istiyorum bugünden tezi yok, buğday tenli bir tay istiyorum –dün kanamış olsun ilk, bir tohum, filiz, zamansız bahara dönmüş bir dal istiyorum: Kabarmak, açılmak, açmak istiyorum, kokular kokuları silsin. (Sütte Ne Çok Kan) Enis Batur

Kimin Var Ki

Kimi bekliyorsun hala, Evinden kitaplarından uzakta mısın Arada bir telefon et kendine Kendine mektuplar yaz yanıt beklemeden Kartlar gönder kendine her gittiğin uzaklardan Sevgilim diye başlayıp öperim diye biten Senin senden başka kimin var ki arasın İnince trenden ya da uçaktan yalnızlığın Sevinçle karşıla yanlızlığını garlarda hava alanlarında Ayrılışlarda da sarılıp öpüş yanlızlığınla Uğurla kendi kendini dönüşsüz yolculuklara Bekle kendini uzak yolculuklardan dönersin diye Senin senden başka kimin var ki beklesin İçki masalarında bir başına mısın Kendinleysen yetmelisin kendine Çoğaltıp yanlızlığını konuş bir çok kendinle Kaldır içki bardağını kendi şerefine Ağlaşarak gülüşerek tartışarak kendinle Senin senden başka kimin var ki bulasın Düşmanlarının saldırılarından yuvarlandıkça yerlere Tutup kendi saçlarından kaldır kendini Seni sana bildirecek kimsen yok başka kendinden Ölünce senin bile haberin olmayacak öldüğünden Haber ver kendine ki öldüğünü bilesin Kimin var k...

İlhan Berk ve İklimler

Saçları serin rüzgârlarla esmeye başlayan ağaçların, her seferinde nedense vaktinden evvel göç eden kuşların, solgun renkleriyle hayata meydan okuyan tabiatın, sarımsı, tozlu sokaklarda telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan insanların ‘hırçın’ mevsimine yaklaşırken niyetim ‘İklimler’i’ anlatmaktı. Andre Maurois’nın romanı olan İklimler’i… Levent, hayatımda okuduğum en sakin, en insani ve aynı zamanda en çarpıcı kapak yazılarından birini yazmış o kitap için: “Sahaflarda buldum bu romanın ilk baskısını. Varlık Yayınları’ndan çıkmıştı. 1967 yılında, Tahsin Yücel çevirisiyle. Sayfalarını karıştırırken bir ithafla karşılaştım, şöyle diyordu:  ‘Sevgilim, bu kitabı ilk defa on beş, bilemedin on altı yaşında okudum. O kadar bayıldım ki, bir süre Odile oldum. Sonra kitap bir biçimde yok oldu. Unutmuştum… Geçen gün sahafta görünce bir heyecan, bir heyecan… Değişmemiş. Bence hâlâ en güzel aşk hikâyelerinden biri. Sana aldım’ .  Okuduğumda, ithafı yazana hak verdim. Hakikaten okud...

Ecza Dolabı I - Pembe Panter, Optalidon ve Sen

“Yağmur yağıyor diye üzülüyorsam gülme, bunda kursiyer sanrılarımın parmağı var “ Kanalizasyon sakinleri de var ve Nabzımı tutan elektrik şalteri evet. Islanan boru, içinden geçen kablo ve sonra; Patlayan sigorta, bakır tel ve sen. Elbet tırmanılan ağaçtır ilk fethedilen Elma kuvvetle yeri çekmekte Dizlerim var, dizlerim kırılgan Henüz doğrulurken kaburga kemiğimden Oksijenli su, tentürdiyot ve sen. Sanayi devrimi ile fabrikasyon aşk Bulvar gazetelerinden roket rampası Hedefimiz: Bir nevi Ay’a çıkmak. Şiir endemik, füze ıslak Kontrol kalemi, matkap ve sen. Bana sosyal haklar falan değil, isterim ki; İsa’dan çarmıh, cennetten armut, son panda İsa’yı unut, armudu ye, pandayı vur! Aç ruhuma kurduğum yegâne sofra Sentetik çavdar, tuz ve sen. Baha Öztop 

Malcolm'den Şiir

Bir taş at. Bir taş daha at.  Bir şiir ateşle.  Bir yumruk yükselt.  Sesini yükselt.  BİR ÇOCUK YETİŞTİR.  Bir maske tak.  Duvara bir slogan yaz.  Şehitleri an.  Bir hayal kur.  BİR BARİKAT KUR.  Tarihine sahip çık.  Sokaklara sahip çık.  Bir slogan at.  Bir kurşun at.  Bir tohum ek.  Bir ateş yak.  Bir cam kır.  TERLE.  Sahte belge düzenle.  Bir bildiri bastır.  Bir kanun kaçağını barındır.  Bir yara sar.  Bir dosta sevgi göster.  SİLAHINI TEMİZLE.  Hakikati söyle.  Bir miting düzenle.  Arkanı kolla.  Gökyüzüne bak.  İZ BIRAKMA.  İşçilerden öğren.  Bir yoldaşa öğret.  Bir hücreyi ziyaret et.  BİR SAVAŞ ESİRİNİ KURTAR.  FBI’ın gizli dosyalarını çal.  Kendi kalbini çal.  Parolayı aklında tut.  Bir aynasızı silahlandır.  Bir füzeyi çalışmaz hale getir.  Bir f...

Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri

İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu Fi tarihinde kutsal sözleri kale almadıkları için Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle Bir kere elime aldım mı çocukluğumu Üstüne kerametler yazılı derilerde Geleceği bildiren derilerde Başlar yeni bir mantığın bağbozumu Paganini bakışıyla ölümü inkar eden Anneleri şaşırtan çocukları büyüleyen Sevimli kahinlikleriyle fakirleri sevindiren Ve siz ey çingene kadınları O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri Sezai Karakoç

Derin Göç

gözlerinin karşılaşmadığı bir duvar bulursam göçmen bir kuş posteri asarım, bulamazsam atlarım özenle hazırladığım uçurumdan uçurumda çiçek açmaz, bunu kutsal metinlerde peter pan’da, kaptan swing’te gündelik ölümler için çalan müzikte buldum yoruldum. gözlerinin karşılaşmadığı bir duvar bulursam çarparım. yalnızca derin aşklar için çalan bir müziğin ritmi var sesinde düzensiz intiharlar var, aynanın arkası var kesilen ve kesildikçe güzelleşen damarlar var, acı var koyu var, sis var, mutfak lavabosunda her parmağını eşit boyda kesen biri var onun titizliği var, onun kanı var aynalara yansımayan yüzün var senin düzensiz intiharlar çiziyorum kağıda nasıl çizilir deme, bari sen deme bunu bulduğun ilk ipi dola boynuna, bulduğun ilk yarasayı koynuna al, beni hatırla, beni acıt ya! göğsünden havalanan göçmen bir kuş kadar bari sen kabul et, yakışıyorum aşka! Altay ÖKTEM

Akla Karşı Tezler

1. Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim düşünün: sabah çok yakın oysa ışıltı yok ortalıkta nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık henüz uyanmış bazıları henüz uyumamış bazıları bazıları uyanmış uykusuna doymadan bazıları uykusuna varmadan doymuş görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat nasıl da sürüklüyor kendini ve ben bunu kanıtlayabiliyorum şu şair halimle böylece size ey saygıdeğer erbab-i cumhuriyet akıllı ve yetenekli olduğumu kanıtlamış oluyorum sizler de bu derin bilgeliği kavrayarak kendi değerinizi ortaya koymuş oluyorsunuz. 2. Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim tarihi bir gerçek kadar sıkılgan bilmem ki Tesalya’daki Termofil bir yiğitlik anısı bir hayınlık anıtı mı olsa yine bilmem quantum kuramını öğrenen insan haklı mıdır kendini ardıçkuşu sanmakta- ben yirminci yüzyılın sonlarında en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım. 3. En mutlu insanlar belki de...

Aklımın Buzulları

susarlar, sustular mı konuşmazlar bir daha, ses, yırtıcı bir hayvan olur, dağından iner, vurur pençesini üzerlerine. o yüzden kırgındırlar, yorulmuş düşüncenin ağırlığından. güneşin ışığını ararlar, öyle sıradan, herkesi ısıtan, ama bulamazlar. artık ondan çay içerler, çay saatleri durma saatleridir. bir yazı sayfasının kenarında düşünürler: düşünmek durarak damıtmak mıdır? kımıldamadan bir şehirde yaşarlar, şeytanın evinde kiracıdırlar. düşlerinden çözülen ince dekorda, bir başka dünyaya bakar gözleri. vakti gelince severler, ateşli bir silah patlar sevince, ses vurulur. yazlık elbiseler giyerler; bürünüp beyazlara şeytanın bir adım önünde dans ederler. belki şimdi o başka dünyada hâlâ… Ahmet Güntan

Körün Parmak Uçları

sandaldır ilgi, yanıltır sürüklenir koroda dilsiz yarasalar imrenir körlüğüne iz bırakmaz okurken parmak uçları karşıdan arşıya geçmek ne güzel bir çocuk usulca elini tutar gösterir gözüyle kavisler çizip buzlu dallarından yemişler sarkan tren penceresiyle yarışan ağaçları saydam sobada yanan üzüm salkımlarının kışlarla yüzleşen yeşil ferinden fırlar sarmaşıklar buzları yarıp karnavalda kaybolur gümüş saatler eskimo evleri erir aniden adres defterlerinden uğultular yükselir isimleri çizilmiş ölülerin matemi fotoğrafın flaşı ruhunu alır gürültüyle kırar krizantemi kucaklayamaz kapı kolları koluma gir diyemez kapı koları yalnız körler fark eder masa temizlenirken ıslak bir bezle sofradan kalkan açları ah! Bu nasıl anafor? ne çekiyor parmakları uçlarıyla dokunuyor ağaca, güneşe, taşa uçlarıyla kazıyor toprakları ah! bu nasıl fosfor? yer ver, işte ölüm ayakta duramıyor, ön sıraya otursun seç işte siyahın tonları A.Ali Ural

Masa Da Masaymış Ha

Adam yaşama sevinci içinde Masaya anahtarlarını koydu Bakır kaseye çiçekleri koydu Sütünü yumurtasını koydu Pencereden gelen ışığı koydu Bisiklet sesini çıkrık sesini Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta İşte onu koydu Kimi seviyordu kimi sevmiyordu Adam masaya onları da koydu Üç kere üç dokuz ederdi Adam koydu masaya dokuzu Pencere yanındaydı gökyüzü yanında Uzandı masaya sonsuzu koydu Bir bira içmek istiyordu kaç gündür Masaya biranın dökülüşünü koydu Uykusunu koydu uyanıklığını koydu Tokluğunu açlığını koydu. Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke Bir iki sallandı durdu Adam ha babam koyuyordu. Edip CANSEVER

KUNÂLA

vakit geldi kunâla dünyayı göreli çok oldu tam kırk yılda seni buldum kunâla bu can tenden geçmeden bu dünyadan göçmeden bir kerecik sevmek çok değil simsiyah saçların var kunâla kemiklerine yapışık etlerin var bir gün dökülecek kunâla kuşu gibi gözlerin var bir gün sönecek kunâla bu etlerin arkasında güzelliklerin var benden başka kimse bilmeyecek bu can içimde kuştur kunâla seni görünce titrer bu can gözümde muhabbettir kunâla seni görünce yanar bu can burnumda soluk olur kunâla uçar gider bu can benden geçmeden bu dünyadan göçmeden bir tek seni sevmek çok değil Asaf Halet ÇELEBİ

Anna

Biz her şeye,  esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna. büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan. sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden. piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ard arda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında. işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor. insaf et anna! gidelim buradan. senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim. hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim. ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim ann...

Tarkovski Mavisi

  Andrey Tarkovski'nin Polaraid Fotoğrafları Rus yönetmen  Andrey Tarkovski , bugüne kadar çoğunlukla Sergey Eisenstein’dan sonra Sovyetler’in en ünlü yönetmeni ve tüm zamanların en büyük sinema sanatçısı olarak gösterildi.  Ivan’ın Çocukluğu  (1962),  Andrey Rublev  (1965) ve  Solaris  (1972) gibi ödüllü filmlerin yer aldığı filmografisiyle sinema tarihinin en çok övgü toplayan yönetmenlerinden biri oldu. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü, Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü ile Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.     Ölümünün ardından, 1990 yılında da “sinema sanatına olağanüstü katkısı” nedeniyle Sovyetler Birliği’nin en büyük devlet nişanı olan Lenin Ödülü’ne layık görüldü. Tarkovski’nin son filmini tamamlamasına katkıda bulunan sinema tarihinin efsanelerinden Ingmar Bergman ise yönetmeni şöyle tanımlıyordu: “Hayatın bir yansıma ve bir rüya olarak ibaret olarak betimleyen filmin doğasına uygun ye...