Ana içeriğe atla

Türkler Benî Kureyza’dan da af dilemeli midir?


Ermenilerden af dilenmesi ile iş bitecek zannedenlerin keyiflerini hangi haberle kaçırabiliriz bilmiyorum.  Özür beyanının arkasından tazminat taleplerinin de meşru bir zemin elde edeceği gayet açık. Peki, tazminatla iş bitecek mi? Pek tabii ki, hayır…’Haksız yollarla ele geçirdiğiniz'(!) topraklardan feragat etmeniz istenecek. Bununla iktifa edilecek mi? Bizde bu genişlik olduğu sürece hiç sanmıyorum. Daha dün Hıristiyan takvimine göre 1989 senesinde Bulgaristan’dan yaklaşık 350.000 Türk’ün sürgün edilmesini hatırlayınız. 800 sene İberik Yarımadası’nda kalmış Müslümanlardan bugün antropolojik bir iz bile yok. Koca yarımadada bir tane cami kalmamış. İstiklal Harbi’ni gözden düşürmek isteyen Türkiye düşmanlarının gizlediği hakikat,  Sakarya Meydan Muharebesini kazanmamış olsaydık Türkiye’nin de Endülüs gibi olacak olduğu hakikatidir.

Kestirmeden söyleyelim; Türkiye’de bir milletin yaşadığı ve bu milletin adının, vasfının ne olduğu gayet vazıh bir şekilde tebellür etmez, Türkiye’nin kimin vatanı olduğu sorusuna sarahatle ve sıhhatle bir cevap verilmez ve bu millet de vatanına sahip çıkmaz ise nasıl Balkanlar’dan sürülmüş isek Türkiye’den de sürülme ihtimalimiz çok kuvvetlidir.

Türkiye bütün Müslümanlar için bir anavatandır. Balkanlardan Kafkasya’ya yakın coğrafyamızda yaşanan elim hadiseler neticesinde hangi etnik kökene mensup olursa olsun Türkiye bütün Müslümanlar için bir son melce, bir sığınak olmuştu. Yani? Yanisi bundan ötesi yok. Son kaledeyiz. Kaçabileceğimiz bir yer yok.

‘Hele bir arkamı yerleyim,  gör sana neler edeyim’ demiş. İlerde yapacakları şeyleri şimdiden söylerlerse ‘küçük küçük ama hızlı hızlı’ yürüyen işleri sekteye uğrayacağı için öncelikle atılacak adımlara Müslüman ahalinin razı edilmesi gerekiyor. Bu razı ediş ameliyesinde en büyük katalizörlüğü bizdenmiş gibi görünenler yapıyor.

Müslüman görüntüsü veren gayrimüslimler yerine göre başörtüsünü de savunarak insan hakları mukaddesatına insanlarımızı inandırdılar. İnsan hakları diye bir mefhuma müspet bir mana yükleyerek gelinecek yer işte burası. Burasının neresi olduğunu hala fark edemediniz mi öyleyse size bir kaç işaret göstereyim.

İnsan Hakları ideologlarına göre İstanbul’un işgali 1453’te başlamıştı. Öyle ya! Osmanlı hükümranlığındaki büyük saha içinde bir çıban gibi kalmış olan İstanbul’un kime ne zararı vardı?  Peki ya Anadolu’nun işgali!?  Evet. Tahmin ettiğiniz gibi, o da 1071’de başlamış bir faaliyet. Sizin fetih dediğiniz şey (hala diyen kaç kişi kaldı onu da bilmiyorum) insan hakları müntesiplerine göre bir işgaldir. İnsan hakları dininin misyonerlerine göre işgalciler (yani Türkler) ‘mazlum’ Anadolu ahalisinin mallarını yağmalamış karısını, kızını köle yapmıştır.  İnsan hakları ruhbanlarına göre bizim (biz kimsek) Anadolu’yu Türkiye yapmamız insanlığa sığmaz. Barbarlar gelmiş, medenilerin dünyasını talan etmişler… Fethi, cihadı, gazâyı evrensel değerlerle, insan haklarıyla izah etmeniz mümkün değildir.

Kur’anı esas almaz da gavurlardan ödünç aldığımız mefhumlarla düşünmeye ve konuşmaya başlarsak işte olacağı budur.

İnsan hakları teorilerine ‘insanlık ideali’ palavralarına taviz verdiğiniz zaman işin daha nereye gideceğini şimdiden söylemiyorlar ki bir sonraki safhaya atlatmak kolay olsun.  İşin varacağı yeri size söyleyeyim mi?  Rasulullah’ın (S.A.V) Benî Kureyza’ya yaptığının hesabını da Müslümanların mümessili olarak gördükleri biz Türklerden sormaya kalkacaklardır. ‘O kadar da değil’ diyenleri duyar gibiyim.

O kadar… Hani şu ‘enseye tokat’ hikâyesinde olduğu gibi “onda bu altınlar, sende de bu ense olduktan sonra sen daha çok tokat yersin!”

İlk adımı attırıyorlar sonra yavaşça ikincisini. Sonra yavaşça üçüncüsünü… Doğrudan 4.adımı söyleseler millet irkilecek. Zamana yayarak işi götürüyorlar. Tedricen kaynatılan kurbağa hikâyesinde olduğu gibi!  Kurbağa aniden kaynar suya atılsa hemen sıçrayıp kurtulacak ama soğuk suya koyup suyu yavaş yavaş ısıtırsanız kurbağa haşlanıyor ama sıçrayamıyor.

Bir sonraki değil üç adım sonrasını söylemeye çalışıyoruz ki belki bir ayılmaya vesile olur diye… Belki de “biz demiştik” diyebilmek için. Tahminlerimizin tahakkuk etmesini değil hata etmiş olmayı gönülden temenni ediyoruz.

Eve hırsız girecek diyene ‘korkma bu eve bir şeycik olmaz’ diyen ve onu sakin olmaya davet edenlere sual ediyoruz: Korkulukların, kapı kilidinin gözden geçirilmesi hırsızlarla oturup kalkan evin hayırsız çocuğunun kulağının çekilmesi hırsızların keyfini mi evin emniyetini mi kaçırır?


Mustafa Deveci, 29 Mayıs 2014

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Patladı Patlayacak Bir Kursak

-bir umudumuz kaldı elimizde  şimdi onunla ovuyoruz sancıyan yaşamı iftar sofralarında gül şerbetlerin yerini alan  fare kanlı asit, biliyorum bu bir çocuk yalanı baretli sarı yelekli bir kravat  vuruyor ilk malayı bu yalana iş bununla bitse iyi ki iş hiç bitmez nasırlara deva olamayacaksa nivea pijamalarıyla kızlar o dev aynasında  foşur foşur yıkayamayacaklarsa yüzlerini dove'la -iş hiç bitmez bir sabun köpürürken niçin şiir yazılmasın  çocuk kanları boğuyorken mürekkebi kağıdın bükülüp sonuna geldiği bu anda  bir şiir yalnayak fosfor göğün altında dimdik! kederlerine barkod vurulmuş dünyanın  balta girmemiş ormanları da kalmadı  burkukları saracak iprek kumaş yarayı sağaltacak hint yağı yani ki vurulduğumuzla kaldık bire on metre kare dükkan için birbirlerini vururken oğullar kızlar bir adam gecelerden kovulurken doğranırken şehrimizin takımı  kıraathanede olmadık laflarla kırkyıl kırkyıl arayı açarken ihtiyarlar çukurda tepinen çocuklar g...

Ben Dirimle Doğrulurken

Sis boruları ötmeğe başladı yavrular Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından Üstüne alevleri alarak Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan Beni karnınla Bir göz boğuşmasına daha kandırarak Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla Üzülmüş Belki dünya ile horlanmışım Ansızın çık oradan görün orada Bu siyah basmış kara akar deme - Başka olmalı gövdemi denetleyişin                               aşka hazır olan ... LARDAN. OKADIN'lardan Halk aşksızsa sokaklar           banka dükkânlarıyla doludur Ellerimi kâlb olmayan sularla                 ıslamaya alışır o kızlar - işte artık kaçmak - işte durmadan karşımızdayken bile - - ılık e...

Kurnaz Bay Mistik

''Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. Küfreder. ‘Küfür ediyorsun!’ der. Müfteridir. İftiraya uğradığını söyler. Bay Mistik o kadar kurnazdır ki bu marifeti yüzüne vurulduğu zaman : “- İspat edin! diye böbürlenir. Çünkü Bay Mistik bilir ki, onun küfürbazlığını, müfteriliğini, jurnalcılığını ispat etmek için, şimdiye kadar yaptığı ‘polemik’leri teker teker, yeni baştan neşretmek lazımdır. (…) Halbuki bu yapılmaya değer bir iş değildir. Hem çok uzun sürer, çok yer tutar, hem de bilineni bir daha bildirmek gibi komik bir şey olur. (…) Dedim ya, Bay Mistik kurnazdır. Sahib-it-taktiktir. İşte yine bu kurnaz Bay Mistik’e ‘iftira?!’ ediyorum. Diyorum ki : Onun kurnazlığı bir fırıldağın kurnazlığı gibidir. Bir bakarsınız : hudutsuz mücerret ‘hürriyet’ taraftarıdır. Sonra döner, ‘disiplinli’ hürriyetten yana çıkar. (…) Bir bakarsınız : ‘izm’le biten her çeşit mefhumun düşmanıdır. Sonra döner, bazı ‘izm’li mefhumlara bağlanır. Babıâli caddesinde Kont de Larok gibi dolaşı...